23 Şubat 2013 Cumartesi

Doğru Yolda Yalnız Yürü!


Son 1 haftadır kafamı meşgul eden bir şey var; sizlerle paylaşmak istedim. İşyerinde  2 hafta önce müdür bana yeni bir görev verdi. QSHE denen mal sistemi bilenler bilir; şirketle alakalı ıcığı cıcığı kontrol eden bir programdır kendisi ve felaket sıkıcıdır! Birkaç ay önce ne hikmetse QSHE Manager ilan edilmem işin sıkıcılığından yani, başka bir nedeni yok. Nitekim aslında çok önemli bir işmiş bu iş dünyasında ve maaşı da hayli yüksek, tabii bu kısım henüz toy olduğum için bana dokunmuyor J :S

İşin özeti; otu boku kaydediyorum, çalışanların ayda kaç gün izin aldıklarından tutmuş, şirket arabalarının kaç km gittiğine kadar her şeyi. Önceleri yapmadığım bir iş vardı, onu da 2 hafta önce müdür karşıma getirdi; kim kaçta geliyor, kaçta gidiyor, öğle arasını kaç dakikada bitiriyor hepsini yazmam lazım. Tabii aslında şefin bu uygulamayı daha yeni ortaya koymasının ciddi bir sebebi var; son zamanlarda yaşanan bazı tatsızlıklar ve çalışanların işi aksatması. Tabii şefimizin biraz da pimpirikli yanını hesab edecek olursak, bir anda bu kadar kontrol manyağı olmasını da anlayabiliriz.

Kısacası ben herkesin geldiği saati yazmakla mükellefim. İlk iki gün kimse bir tarafına takmadı tabii bu uygulamayı ve biz yazar imzalarız diyip QSHE list`e hep yalan yanlış yazdılar geldikleri saatleri, bunun sonucunda fırçayı yiyen de ben oldum tabii. Gerçi şef benim huyumu az çok bildiği için pek kızmadı, sadece uyardı ama gene de o uyarıyı almak istemezdim. “Bu görevi sana verdim, sen yap, bak şu mesela o saatte gelmedi daha geç geldi, yanlış bunlar, olmaz böyle” fln diye söylendi. Ben de mecburen dediğini yapmaya başladım, “örnek” bir QSHE Manager olaraktan işi elime aldım.

İlk hafta çok sorun olmadı, hatta geç gelenleri hep geldikleri saatten 3-4 dk erken gelmişler gibi gösteriyordum şef yokken. Müdür de nasıl uyuzsa her gün kontrol ediyordu çaktırmadan Entrance-Exit Log`u. Geçen Cuma bu konuda ilk çatışmamı yaşadım. İşyerinde bir kız var; benden 3 yaş büyük, evli, çakma sarışın olduğu için kendisine isim bulmaya uğraşmadan direk Sarı diyeceğim.

Bir baktım bu bir garip davranıyor bana karşı. Kızda bariz bir değişiklik var; suratıma bakmıyor, çok soğuk fln. Allah Allah dedim ne oldu acaba, bide hiç aklıma da gelmiyor böyle bir sebepten dolayı triplere girdiği. Ertesi gün öğle yemeğinden döndüğümde tam asansörden çıkarken karşılaştık. Himmm geç mi kaldın yaptı pis pis gülerek, halbuki geç fln kalmamıştım, tam 1-de yerimdeydim. Bunların odasındaki saat 2 dk ileri olduğu için hanımefendi beni geç geldi ilan etmek istedi, halbuki bnm saatimle müdürün saati aynı, yani aslında onlar 2 dk önce çıktılar.

Nys ben içeri girdim, ben gelmeden önce çıktıkları için saati kendi kafalrına göre yazmışlar tabii ama ses etmedim. Öğle yemeğinden döndüklerinde de 4 dk geciktiler, bense hiçbir şey söylemeden 14:00 yazdım.

Bak şimdi asıl orospuluğa bak; bu olayın üstünden 2-3 saat geçti, bu Sarı çıyan durup dururken yanıma geldi. Ben de yanıma diğer iş arkadaşım geldiği için şöyle dönüp baktım ne için gelmiş diye ama kız yüzüme bile bakmadan listeyi kurcalamaya başladı. Ben de şaşırdım tabii ama birkaç dk sonrasında daha da şaşıracağımdan habersiz, arkadaşla konuşmaya devam ettim.

Kız dönüp bana ne dese beğenirsiniz? “Hımm ne kötü bir kızsın, kendine 12:58 yazmışsın, 58`de mi geldin ki?” Böyle varyaa kal geldi resmen orada bana, cidden hiç beklemiyordum. Yani bir insan çıkarcı, düzenbaz olur da bu kdr mı olur?! “Evet, “58`de geldim.” dedim. “Hayır biz çıkarken sen yeni gelmiştin.” dedi. “Evet doğru, 55`te aşağıda asansör bekledim, asansör gelene kdr ve yukarı çıkana kdr da 58 oldu, sizin saatiniz 2 dk ilerde ayrıca” dedim. Ağzının içinde mıy mıy bir şeyler söyledi, ben de “Ben kim kaçta gelirse gelsin onu yazıyorum.” dedim, bir şey diyemeden döndü gitti.

Ben onla gayet sakin bir şekilde konuşmuştum, o ise laf sokmaya yer aramıştı. En sevdiğim özelliklerimden biridir bu; biri bana laf sokmaya çalışsın veya uğraşmak istesin hiç eline koz vermem. Sinirim ne kadar bozulursa bozulsun, o anda gayet soğukkanlı olur, sakince konuşurum. O noktada en doğru şekilde davrandığıma inanıyorum, kaba olmadan gerekeni söyleyip noktayı koydum. Bana verilmiş bir görevi yapıyorum ve kimsenin haksızlık yapmadığım sürece hesap sormaya da hakkı yok.

Ayrıca kız o kadar pislikmiş ki, bnm 2 dk geciktiğimi iddia ederek kendini aklamaya çalışıyor, neden geç geldiğimi yazdın diye isyan ediyor ama o orospu daha o gün, öğle tatilinde kardeşiyle beraber 4 dk geç geldiğinde ben bunu yazmamıştım ve zamanında geldi gibi göstermiştim. Tabii böyle pisliklerin anca gözüne sokmak gerekir yaptığın iyiliği, yoksa böyle şerefsizce bir de üstüne seni haksız çıkartırlar! O 4 dk olayını yüzüne vurmadım tabii, aslında iyilik olarak bile algılamıyorum çünkü ben bunu, sadece ufak bir kıyak, ama işte gel gör ki insanlar bunu görmeyip anca hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda saldırırlar.

Akşam iş çıkışında da diğer iş arkadaşımla konuştum, ona da “Hale” diyelim hadi. Meğersem Sarı tüm gün söylenip durmuş, niye geç geldiğinde yazıyormuşum da, bilmem neymiş de. Bak seeen yazmayınca iyi de yazınca kötü, lan madem öyle geç gelme, burda herkes işini yapıyor sonuçta! Tamam yardım edebildiğim kadar birkaç dakikayı görmezden gelebiliyorum ama el insaf yani sen de biraz vaktinde gel! Zaten müdürümüz de cins biraz, kim ne zaman geldi, ne zaman gitti hepsini oturduğu yerden çok güzel bir şekilde takip ediyor, hatta gelip düzeltiyor bu şu saatte geldi fln diye. Bunu bile bile benden ne istiyor!

Ben o gün tabii sinirimden kendi kendimi yedim durdum, Hale de beni sakinleştirdi, “Salla o salağı, ben zaten dedim ben olsam ben de doğruyu yazardım, ya arkandan hemen müdür gelirse, kız oraya yalan yanlış ne yazsın ki dedim” dedi. Bu hafta da gene geç geldi bu ablasıyla, geç geldi dediğim de 6 dk geciktiler, çok bir şey de değil yani. Gelir gelmez de laf sokma derdine düştü, bak bak kuyruk acısına bak, gözdağına bak sen, diyor ki; “Rubi sen fazla dürüstsün, ofiste birbirimizi kollamamız gerek, birbirimizin açığını kapatmamız gerek, yoksa şef yokken kim kollayacak seni, kim açıklarını kapatacak?” Bunu duymayı cidden beklemiyordum, o sırada da kızı hiç tınmıyorum tabii, bilgisayardaki bir şeye odaklanmış duruyorum ve kız konuşurken bile bakmıyorum onun tarafına, buz gibi bir ifadeyle yazıya odaklıyım, kız gidene kadar da öyle kaldım.

Hayır çünkü ağzımı açsam çok ağır konuşacağım, bu sefer bana yakışmayacak ama her şeyin de bir sınırı var yani. Son kurduğu cümle olmasa gene iyi niyetle söylenmiş bir şey diyeceğim ama o son cümle ve söylerkenki tavrı bariz ortaya koyuyor kızın niyetini...

Gerizekalının başkanı kalkmış aklı sıra beni tehtid ediyor! Lan kimsin sen yaa beni tehtid edeceksin?! Müdür olmadığı zaman kim koruyacakmış beni vik vik vik! Benim korunmaya ihtiyacım mı var? 5 yaşında mıyım ben? Hayır sessiz sakinim diye tepeme çıkabileceğini fln zannetti heralde haspam, iyice abarttı! Tamam başta söyledikleri doğru şeylerdi, işyerinde bir takım olmak gerek ama bunu benden önce kendine hatırlatması gerekiyordu. Kaç defa açıklarını kapattığımı kendisi iyi biliyordu. Ayrıca ben eğer hata yaparsam da bunun arkasında durabilecek cesarete ve medeniyete sahibim, hatalarım için özür dileyip düzeltmeye çalışırım her şekilde ama gelip de senden yardım istemem. Kendi hatamı bir başkasına yüklemem, yani ne senin ne de başka birilerinin yardımına ihtiyacım var benim. Ee ne demişler; dürüst olmayanlar, hatalarını başkalarından saklarlar, oysa dürüst olanlar hatalarını kabul edip ortaya koyarlar.

O kadar sinirlendim ki günün diğer yarısında, kızla her karşı karşıya gelişimizde suratının ortasına sağlam bir yumruk indirmek istedim! Sonrasında ise bir karış suratla gezmemin ne kadar boş olduğunu farkederek, sinirimi alt ettim ve etrafa gülücükler saçmaya başladım. Işin özü; problem yaşadığınız birini veya bir düşmanınızı kolay yolla mağlup etmek istiyorsanız; onu bir tarafınıza takmamayı öğrenmelisiniz.

Yapı olarak, her şeyi kafasına takan bir insan olduğum için bu benim için fazlasıyla zor bir yöntem oluyor ama o kadar etkili ki; hayat bir oyun sahnesidir deyip o hiçbir şeyi tınmaz, mutluluk dolu ifadeyi yüzüme yerleştiriyorum ve kızla her karşılaştığımda rolüme odaklanıyorum. Beni gördükçe nasıl sinir olduğunu yüzüne bakmasam bile hissediyorum, o negatif enerji burnumun dibine kadar geliyor ama hiç bozmuyorum, diğer herkesle haha hihi`yken o gelince ne onun tarafına bakıyorum ne de onla ilgileniyorum, sanki hiç yokmuş gibi bir tavır takınıyorum. Bazen de göz göze geldiğimizde gıcık gıcık gülümseyerek yüzüne bakıyorum. Zaten suratı asık geziyor, o halimi görünce daha da bozuluyor haspam.

Bir de işin en güzel yanı, sürekli kendi ayağıyla yanıma gelip belgeleri vermek zorunda olması. Eheheeh beter olsun :D! Evet farkındayım; çok fenayım ama kendi kaşındı. Benim gibi etliye sütlüye karışmayan, iyi niyetli bir insanı bu kadar incittiğine kendi pişman olacak.

Derken dünden beri kızda baya bir değişiklikler oldu; yanıma gelip benimle güzel güzel konuştu,  hatta “Flashıma şarkılarını atabilir misin?” fln diye de ricada bulundu. Dedim hah yavaş yavaş hizaya geliyor Sarı çıyan. Derken bugün sabah ben de işe 5 dk geç kaldım, tereddütsüz 09:05 yazdım. Hanımefendi 09:20`de teşrif etti, ben de hadi dedim bari biraz daha erken yazayım da arkasından şef gelir de görürse birkaç dk geri heralde saatim fln der bahane uydururum dedim. 09:16 yazdım.

Kız eşyalarını bıraktı, geldi imza atmaya, ben de gene hiç tınmıyorum, demiyorum da bak ben daha erken yazdım diye. Neyse bu gitti sonra, birkaç dk sonra içerden birtakım sesler duydum, anladım ki beni konuşuyorlar, bu gene beni çekiştiriyor. Hay dedim senin insanlığına tüküreyim! Ardından ablası “Rubi de bugün geç geldi” demiş olmalı ki Sarı sümük koştura koştura yanıma geldi, benim de o sırada elimde iş var, bilgisayara odaklanmış gibi görünsem de bütün dikkatim kza yönelmiş durumda. Durdu, durdu, oraya baktı, buraya baktı, sonunda göt olmuş bir durumda döndü gitti. Kulak kesildim, içerden çıt çıkmıyor! Ama nasıl keyfim yerine geldi hahaha :D

Mal beyinli zannetti ki kendi geliş saatimi farklı yazdım, vaktinde gelmiş gibi gösterdim, halbuki bu işin başından beri geç kalsam da kalmasam da olanı yazdım ben hep kendim için. Tabii beni kendisiyle karıştırmış olacak ki bir ümitle listeye baktı ama sonuç olarak feci şekilde göt oldu. Ardından Hale geldi yanıma, ben de onla konuşurken yüksek sesle konuştum, birkaç laf attım ortaya, içeridekiler de duydu tabii.



Gün sonunda bir baktım, kız ufak ufak bana yanaşmaya çalışıyor, gelip “Rubi ojen var mı? Bak tırnaklarıma ne oldu, seninkilere bakayım bi” fln diye muhabbet kurmaya çalışıyor. İçimden dedim ulan gene taktiğim işe yaradı, zaten bunun işe yaramadığını hiç görmemiştim. Birini tınlamıyorsan önce sinir olur sana, o da aynı tepkiyle etrafta dolaşmaya çalışır ama kısa sürede bunu başaramadığı için sana gizli bir sempati duymaya başlar, bir süre sonra da merak eder, sana daha çok yaklaşmak ve eski güvenini-yakınlığını tekrardan kazanmak ister, daha sonra da yüzsüze bak yaa dedirtecek hareketlerde bulunur. Bu işin kuralı budur!

Sonuç olarak bu işin başından beri aklımdan çıkmayan bir söz vardı. İlla ki hepiniz bir yerlerde okumuş veya duymuşsunuzdur.

YANLIŞ YOLDA HERKESLE YÜRÜYECEĞİNE, DOĞRU YOLDA YALNIZ YÜRÜ...

16 Şubat 2013 Cumartesi

Can u Forgive?



Uzun zamandır aşk hayatımdaki değişiklikleri yazmayı planlıyorum ama her an her şey değişebilir diye bir türlü elim gitmiyordu klavyeye. Öncelikle şunu belirteyim; aramıza mesafeler girdikten kısa bir süre sonra ayrılmıştık Siğil`le. Her şey yalanmış, mesafelerle bile başa çıkamadık diye kendi kendime hayıflanırken aslında ilişkimizin sadece lafta bittiğini anladım. Öncesinde o kendi keyfinde, ben kendi keyfimde yaşarken, sonrasında özlem çıktı ortaya. Ayrı kaldığımız 6 ayda hep bir yazışma hep bir iletişim oluşmaya başladı, çoğunlukla da o yaziyordu zaten bahanelere sığınarak. En sonunda bana gerçekten büyük bir sürpriz yaparak çıktı geldi Bakü`ye. İşin garip tarafı; buraya döneceğini bnm Türkiye`deki master işim olmadığı zaman anlamıştım. Dönecek demiştim kendi kendime, bir gün elbet dönecek.

6 ay bir insanı nasıl değiştirebilir? Ne derece değiştirebilir dersiniz? Çok değişmiştim…
Verdiğim değeri karşımdakinden aynı şekilde alamıyorsam uğraşırım, didinirim, daha çok bağlanırım onu kazanmak için o kadar gayret sarfederken. Gitmek, karşımdakini yokluğumla terbiye etmek en son yapacağım iştir ama eğer o kadar çabama rağmen hala tık yoksa döner arkamı hiç düşünmeden giderim. Bizim ilişkimizde de aynen öyle oldu.

İşin garip tarafı erkekler niye bu kadar aptal anlayamıyorum! Gerçek anlamda hiç yaralamayıp yara da almamışken, sevdiğimiz adamlara güvenirken ve koşulsuz severken bu salaklar değer bilmiyor da illa ağızlarına sıçınca kıymete biniyorsun! Yıllardır anlayabilmiş değilim bunun nasıl bir mantık olduğunu?!

Şimdi barıştık mesela ama hiçbir şey eskisi gibi değil. Tamam bir buçuk senedir birbirimizi yakından tanımanın verdiği rahatlık ve uyum ilişkimize hakim şu anda, birbirimizin ne istediğini artık iyi biliyoruz ama işte o duygu eksilmesi olayını kendi içimde yenemiyorum. İster istemez duygularım söndü, 6 ayda onsuzluğa da alıştım, yanlış seçimlerimin arkasında durmaya da…

Tabii ki hepsi, yaşattığı sıkıntıların ve güvensizliğin doğal bir sonucu… Buraya geldiğinde beni bir kere daha hayal kırıklığına uğratmayı başardı, ona rağmen dayanamadım affettim, unutmayı seçtim ama ister istemez üzerimde bıraktığı güvensizliği çekip atamıyorum. Üzerime yapışmış sanki… Zamanla geçer mi, sevgisiyle bana bütün yaşanılanları unutturabilir mi diye merak ediyorum. İnsan güvenmek, inanmak, acaba gider mi diye endişelenmeden sevmek istiyor. Doğru düzgün, her an kaçıp kovalamanın olmadığı bir ilişki istiyor.

Bundan sonra bizi ne bekliyor, gerçekten istediğim gibi sevecek, bana değer verecek mi bunları tabii ki zaman belirleyecek. Her şeyi o yüzden zamana bırakıyorum; o bana hayatımdaki yanlışları da doğruları da gösterecek…

10 Şubat 2013 Pazar

"TESADÜF"



Hep diyorum bu dünyada tesadüf diye bir şey yoktur diye. Karşımıza tesadüf gibi çıkan, şaşırtıcı durumların yukarıdaki tarafından nasıl güzel bir incelikle işlenip planlandığına binlerce defa şahitlik ettim.

Hayatımıza giren insanların her bir tanesinin bir amaç için hayatımıza girdiğini unutmamak gerek. Sadece tesadüf diye tanımlayamayacağız şeyler olduğunu kabul etmemiz gerek bir yerde...

Son zamanlarda bu tesadüf olayı, garip bir şekilde hayatımın her bir yerini işgal etmiş durumda! En son olayla biraz afallamış olsam da, gerçekten bu ilginç 'tesadüf'ün altından neler çıkacak çok merak ediyorum...



Yol Ayrımı



Yol ayrımı denen şeyin tam ortasında duruyorum. Farkında olmadan kendimi bu noktaya getirdiğimin de farkındayım artık.

Yol ayrımı demek, seçim demek. Benimse seçim yapmaya yetecek cesaretim yok şu anda...

Ne ileri gitmeye gücüm var, ne de geri dönebiliyorum. Yerimde saymaktan sıkıldığım halde yeni bir harekete ve beraberinde getireceği sorumluluk ve değişen hayata adım atmaktan korkar oldum.

Her yeni adımımda, tuzla buz olan hayallerimi tek tek toplamaktan yoruldum. Küçük cam parçaları gibi batıyor her yerime hayallerimden arda kalanlar...

İnsan kendi geleceğinden vazgeçer mi hiç? Bir an geliyor vazgeçiyorum işte ben, ot ot yaşamak ve bütün bu acılara gözlerimi kapamak daha mantıklı geliyor kimi zaman...