31 Aralık 2013 Salı

Happy New Year! :)

2013'e sonsuza kadar elveda demeye sadece birkaç saat kalmışken, son postumu da yapayım dedim. Her yılbaşında olduğu gibi bu sene de bana bu postu yazarken, George Michael'ın o meşhur şarkısı eşlik ediyor :)

Kısa ve öz olarak diyeceğim şudur ki; 2014 hepimiz için güzel bir yıl olsun. Aşklı meşkli, hayallerin bir bir gerçekleştiği ve en önemlisi de huzurlu bir yıl olsun!


HEPİNİZE İYİ SENELER :) :) :)


29 Aralık 2013 Pazar

Yeni Yıla 2 Kala

Yorucu bir yılın daha sonuna geliyoruz. Son yıllarda gerek sıkıntıların, gerekse yalnızlıkların üstünü örtemediğim için hep bir buruk geçiyor yeni yıl gecelerim. Zaten her sene daha da az hissettiğim yeni yıl ruhuna duyduğum özlem de buna ayrı bir ek oluyor. Bu sene ondan hiç eser yok zaten! Bir yerlerde yılbaşı ağacı görüp kısa bir süreliğine mutlu olsam da, daha sonra içimdeki hüzün büyüyor.

Herkes gibi her biten senenin hesabını yapardım içimde, bu sene neler yaptım, neler oldu, artıları eksileri değerlendireyim diye. Bu sene ona bile zaman bulamadım. Yıl sonu olduğu ve bana ekstra işler yüklendiği için ofisteki anlamsız koşuştumacalarımdan ve stresten sıyrılıp kendime bugünü tatil ilan ettim; yılbaşından önceki 8 günü, iş günü ilan eden gerizekalı yöneticilerimize inat! Biraz olsun rahatlamayı, kendimi dinlemeyi umarak işe gitmedim.

Güzelce uykumu aldım, kahvaltımı ettim. Kitaplığımda yeni kitaplarıma yer açmak, dolabımı düzenlemek ve yarım kalan düşüncelerimi yeniden gözden geçirip belki de yeni kararlar almak ve uygulamaya başlamak için güzel bir gün bugün...


30 Kasım 2013 Cumartesi

Sonbahar Biterken

Sonbahara veda ederken aklımdan milyonlarca düşünce geçiyor. Son 3 ayda yaşadıklarıma şöyle bir dönüp baktım da; güzel şeyler yaşamışım. Acısıyla, tatlısıyla güzel şeyler...

Alınan yeni kararlar, heyecanla beklenen yolculuklar, görülen şehirler, mutluluklar, hüzünler, özlemler, ufak tefek pişmanlıklar, kırgınlıklar ve yanında getirdiği kızgınlıklar. Öğrenilen yeni şeyler; dostluğa, arkadaşlığa, aşka dair, hayata dair. Hepsi de beklenmedikti. Hepsi de çok şey öğretti. Biraz daha büyüttü, biraz daha olgunlaştırdı. Güzel bir mevsim oldu...

Ama ne yaşadıysam, yaşadım ve bitti. Şimdi önümde yepyeni bir mevsim, yepyeni heyecanlar var...

Teşekkür ederim Sonbahar; bu sene tüm yaşattıkların, hafızamda sonsuza kadar yer edecek...

27 Kasım 2013 Çarşamba

Cebimizde Yalnızlık Var...

Eski olmasına rağmen, benim yeni keşfettiğim bu güzel şarkıyı Bülent Ortaçgil konserinde, Ceylan Ertem`in sesinden dinledim ve bayıldım. Orjinali kadar dikkat çeken çok güzel bir çalışma olmuş.

Sıkı bir Ortaçgil fanatiği olmasam da, Ortaçgil`in bazı şarkılarını gerçekten çok seviyorum. Yeni tanıştığım bu şarkı da şimdiden favorilerim arasında yerini aldı.





19 Kasım 2013 Salı

Benim Dünyam

Avrupa ve Ortadoğu’da, dolu dolu geçen bir Ekim ayından sonra, bu ay için kolları sıvadım ve yeni uğraşlar yarattım kendime. Geçen ay, o kadar gezmeyle tozmayla, gördüğüm yerlerin güzellikleriyle büyülenmekle geçti ki Kasım ayı gelip çatınca normal hayata dönmek bir o kadar zor geldi. Konseriydi, operasiydi, sinemasıydı, doğum günleriydi, arkadaş ziyaretleriydi derken Kasım ve Aralık ayını da az çok doldurmayı başardım.

Geçtiğimiz hafta vizyona giren Benim Dünyam filmi ilgimi fazlasıyla çekmişti. Fragmanını izlerken bile etkilenip ağlamaya başlayan biri olarak ilk işim, haftasonu bu filme gitmek oldu.

Son 1 senedir Türkiye’de vizyona giren bütün filmler, Bakü’deki bazı sinemalarda da gösterime girer oldu. Bundan yararlanıp arkadaşımla kendimizi sinemaya attık atmasına da izdihamı ne siz sorun, ne ben söyleyeyim! Son anda geldiğimiz için zar zor bilet bulduk zaten. Filme girmeden, ağlayacağımızı bildiğim için koştur koştur tuvaletten peçete yürüttüm, içeride sefil olmayalım diye J

Öncelikle film hakkında sürekli orada burada duyduğum, hoşnutsuz bir tavırla söylenen “Black filminin araklaması” lafına değinmek istiyorum. E zaten kimse bunu gizlememiş ki! Filmin yönetmeni Uğur Yücel zaten film çekilmeden önce de, sonra da bu film Black filminin Türkçe uyarlamasıdır diye belirtti ki filmin ilk sahnesinde de bu kabak gibi yazıyor. Sanki sadece “filmden esinlenilmiştir” gibi bir ifade kullanıldı ya da hiç açıklama yapılmadı da bu insanlar böyle salak saçma eleştirilerde bulunuyor. Neymiş Black filminin aynısıymış, e aynısı zaten, adamlar da demiş Türk versiyonu diye, farklı bir şey dememişler ki. Kafası çalışmayan insanların, eleştiri hakkı olmamalı bence... (!)

Bu konu çok konuşulduğu için ilk ona değinmek istedim. Filme gelecek olursak; Black filmini daha önce izlememiştim, hatta adını da duymamıştım ne yalan söyleyeyim, o yüzden kıyas yapamayacağım ama her şeyden öte çok güzel bir film olduğunu ve kesinlikle izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapıcı bir film...


Çoğu zaman düşünmeden geçtiğimiz, önemsemediğimiz bir şeyin, eksikliğinde neler yaşadığını görmek üzücü olduğu kadar öğreticiydi de. Birçok sahnede şükür ettim; gözüm gördüğü, kulağım işittiği, konuşabildiğim için, elim kolum sakat olmadığı için. Gündelik hayatta çokça unuttuğumuz bir şey bu...

Senaryo zaten vurucu olduğu için, etkilenmemek mümkün değildi ama oyuncular da o kadar iyi iş çıkartmışlar ki, hepsini ayrı ayrı tebrik etmek istedim. Beren’e olan hayranlığımı herkes bilir. Onun bir oyuncu olarak çok daha ileriye gideceğini düşünmüşümdür hep. Bu filmdeki performansıyla da bu fikrimi bir kere daha kanıtladı. Elini attığı her işte başarılı olan, sadece güzel olduğu için değil, gerçekten fevkalade oynayabildiği ve oldukça mütevazı olduğu için daha birçok başarı ve ödülü hakediyor. Seviyorum böyle insanları, içten seviyorum.

Beren’den önce etkilendiğim bir diğer isim de Ela’nın (Beren Saat) küçüklüğünü oynayan çocuk oyuncu Melis Mutluç'du. Beren’in, bu zor rolün hakkını vereceğini biliyordum da o küçük kızı izleyince şoka uğradım. Nasıl muazzam oynamış, nasıl rolün içine girmiş. Hiç kolay değildir engelli birini canlandırmak! Herkes beceremez ama o küçücük kız o kadar iyi oynamış ki, hayranlıkla seyrettim. Kendime engel olamadan, arada bir iğretilik, bir rolün dışına kayma aradım ama valla bulamadım. Gerçekten helal olsun, o yaşta büyük yetenek!

Bunun dışında tüm kadro zaten profesyonel ve başarılı oyunculardan oluştuğu için rollerinin hakkından gelmişler. Uğur Yücel de hem yönetmen koltuğunda, hem kamera karşısında her zaman izlemeyi sevdiğim bir sanatçı. Filmin iyi hasılat toplayacağından eminim ki zaten ilk haftasından insanları sinema salonlarına çekmeyi fazlasıyla başarmış. Ne diyim; yolu açık olsun!

Bu arada düşündüğüm gibi her saniyesinde zır zır ağlamadım. Tabii biraz da sinemada olmanın verdiği o çekingenlik hissiyle, ama yanımda oturan kız o kadar kaptırmış, o kadar çok ağlıyordu  ki neredeyse “Film bu, film, üzülme” deyip teselli edesim geldi, kendimi zor tuttum J
Tuvaletten aşırdığım mendiller de işe yaradı ayrıca ;)

30 Eylül 2013 Pazartesi

The Autumn Leaves Start to Fall

Sadece bana mı öyle geldi yoksa Eylül ayı gerçekten de ışık hızıyla mı geçti? Yaş aldıkça zaman daha hızlı akmaya başladı orası ayrı da, bu ay nasıl geldi geçti hiç anlamadım. En sevdiğim ay olan Eylül, bu sene gayet serin geçti Bakü'de. Normalde burada yaz 6 ay olarak hesab edilir; Mayıs'ta sıcaklar başlar, teorik olarak Ağustos`ta bitmesi gerekirken Ekim`e kadar uzar iç bayıcı sıcaklar, o uyuz nem, sürekli "ayy piştim" hali :S

Ama bu sene çok enteresandır ki yaz gayet güzel geçti. İç bunaltıcı bir sıcak yaşanmadığı gibi Eylül'de de gerçek sonbahar kapıyı çaldı. Oldukça serin bir Eylül yaşadık ve ben serin havaları çok sevdiğim için gayet mutlu bir ruh haliyle geçirdim en sevdiğim ayı :) Darısı Ekim'in başına ;)

Havalar beni içten içe mutlu ederken koşturmacalarım da her zamanki gibi devam ediyor. İşimle alakalı sürekli değişen fikirlerim, gelişen olaylar gene bütün bir ay beynimi kurcaladı durdu. Ekim'in 1'i, yani yarın işe başlayalı tam 1 yıl olacak. Zaman su gibi akıp gitmiş, hiç farkında değilim. İş tecrübeme bakacak olursam sanki 5 yıldır çalışıyormuşum gibi hissediyorum. O derece alıştım, içine girdim ama şu 1 yılı gözümün önüne getirince de ne kadar hızlı geçmiş, nasıl dayanmışım diye şaşırıyorum açıkçası. İlk geldiğim günü hatırlıyorum da nasıl korkuyordum yanlış yapmaktan, nasıl çekiniyordum, sesim bile çıkmıyordu :) Şimdiyse ne kadar kalıba oturdum, ne kadar tecrübe edindim. Aslında bu değişimi görmek güzel...

İşte koca 1 yıl da böyle geldi geçti. İş çıkışı eve yürürken ve bütün bunları düşünürken, dökülen sapsarı yapraklar eşliğinde dinlediğim o eşsiz şarkıyı paylaşmak istiyorum şimdi de. İyi Dinlemeler...


17 Eylül 2013 Salı

Gatsby Mood!

Sinemada seyrettikten sonra "hemen bir kere daha izlemeyelim" dediğim tek tük filmlerden biri olan The Great Gatsby'ye olan hayranlığım bitmek bilmiyor. Filmi internetten HD olarak tekrar izleyebilmek için sabrettim durdum, zaten aksi filme ve o büyülü atmosferine saygısızlık olurdu!

Bir kere daha Gatsby`nin o muhteşem ve renkli dünyasına yolculuk etmek beni oldukça keyiflendirdi. Her defasında görselliği ve şarkılarıyla beni o dünyanın içine çeken bu güzel filmin en sevdiğim soundtrack'i daha önce de şu yazıda anlattığım Lana Del Rey şarkısıydı. Zaten beni 2013'te en çok etkileyen şarkı budur! Filmden ikinci favorim ise her şarkısında mutlaka acı çeken ve çektiren Gotye'nin, o farklı yorumuyla Heart's A Mess.

Luz Bahrmann sağolsun, onun sayesinde tekrar tekrar izleyebileceğim ender filmlerden biri daha eklendi arşivime. İzlemeyen varsa mutlaka izlesin, çünkü bu coşkulu filmden etkilenmemek mümkün değil! Tabii kitap okumayı seviyorsanız öncelikle kitaba dadanmanızı tavsiye ederim :) İyi dinlemeler :)

15 Haziran 2013 Cumartesi

Bir Kere Daha "Kol Kırılır, Yen İçinde Kalır" Diyelim


Bazı insanların hiç değişmediğini görmek çok enteresan bir şey. Yani hiç mi ders almaz, hiç mi yaptığının yanlış olduğunu, ayıp olduğunu kavramaz, yoksa içi bu kadar mı kötü ondan mı yapıyor bunları demek...

Hırsını, sinirini çıkartamadığı için hala benle uğraşan insanlar var. Benim çoktaaan affedip güzel zamanlarımızın hatrına yaptığı pislikleri kendi elimle silip attığım...

Aslında söylemek istediğim çok şey var ama bir taraftan da cümlelerimin o insana bir şey anlatamayacağını da anladım artık. Hırsı, egosu ele geçirmiş beynini, ne desem boş. Onun yaptığı gibi pislik kusayım, delireyim istiyor bunun da farkındayım. Ama benim yaratılışım böyle değil işte, ben bundan haz almıyorum onun gibi. Dönüp dönüp aynı şeyi anlatmıyorum, aynı konularla laf sokmuyorum diş bilediğim insanlara.

Arkadaşım, bak arkadaşım diyorum hala, benim senle bir derdim yok, hiçbir zaman da olmadı, sen bunu daha iyi bilirsin zaten. Sen de beni malzeme yapma artık. Dediğin gibi umrunda değilsem de yazma benim hakkımda. Başka konu mu yok? Sen yaratıcısın, komiksin, konu sıkıntısı çekeceğini hiç zannetmiyorum.

Daha fazla düşürme kendini lütfen. Herkes kendi yolunda, sen de ben de ayrı ayrı mutluyuz. Tamam, bitti...

26 Mayıs 2013 Pazar

Will You Still Love Me When I'm No Longer Young and Beautiful?


Aylardır The Great Gatsby gelir gelmez hemen gideceğim diyen ben, film geleli neredeyse 10 gün oluyor, hala sinemaya gidebilmiş değilim :S

Bir İngiliz Dili Edebiyatı mezunu olarak yıllar önce okumuştum kitabını, o yüzden filme ayrı bir merak duyuyorum. E tabii başrolde Leonardo Di Caprio'nun olması da ayrı bir sebep ;)

Bu hafta işim başımdan aşkın olsa da atacağım kendimi sinemaya, başka yolu yok artık!

Filmi izlemeden soundtracklerine şimdiden dadandım zaten. Geneli cover olan birçok şarkının içinden beni en çok etkileyen bu şarkı oldu. Lana Del Rey'in hayranı değilim, hatta birçok insanın tersine tek bir şarkısını bile beğenmiş değilim şu zamana kadar ama bu şarkı olağanüstü bir şey!

Söz-müzik, yorum hepsi harika! Önceleri nedense hep çok itici bulduğum kadına, resmen sempati duymaya başladım bu şarkıdan sonra. Uzun bir süre listelerde ilk sıralarda olacağına inandığım şarkıyla baş başa bırakıyorum sizleri...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

YENİDEN :)


Birkaç gün önce keşfettiğim eski bir şarkıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Sözler Sezen Aksu`ya ait, Harun Kolçak ile Aşkın Nur Yengi ikilisine birincilik kazandıran çok güzel bir şarkı. Zaten Harun&Aşkın düetlerinin hepsini çok seviyorum, bunu geç keşfettiğim için de baya üzüldüm.

Sanırım her insanın hayatının belli bir zamanında mutlaka yaşamış olduğu, sevilen insana yeniden kavuşmanın verdiği heyecan ve mutlulukla dolu o hissi çok güzel bir şekilde yansıtmış şarkı.

Bazen ben de hiçbir şeye aldırmayarak, nispet yapar gibi, "evet işte çatlayın, yeniden bir aradayız! :P" diye bağıra çağıra herkese ilan etmek istiyorum ama sonra içimdeki makul ve mantığı ağır basan Rubi tamam sus daha erken diyor :) aynı şarkıdaki gibi :))


23 Nisan 2013 Salı

Artık Farklı...


Son birkaç gündür kendimi çok değişik hissediyorum. Hayatımda yeni bir sayfadan ziyade, yeni bir bölüm açılmış gibi sanki. Hani üçlemeler olur ya; ilk kitaptan ikinciye geçmiş gibi hissediyorum kendimi. Ilk kitaptaki tecrübesizlikler, sevinçler, korkular, endişeler, beni ben yapan bütün değerler bir tarafa yığılmış gibi sanki...

İkinci kitapta sadece bunlardan geriye kurtarabildiklerim ve yaşatabildiklerim var. Endişelerin yerini az biraz vurdumduymazlık almış. Eskisi gibi ne olacak ne bitecek endişesi yok artık bu kızın gözlerinde. Tecrübeler korkuları silip süpürmüş, hiçbir şeyden çekinmeyen, yeni ve sağlam adımlar atmaya kararlı bir kız duruyor şimdi aynaya her baktığımda.



Bunların etkisi mi yoksa belli bir yerden sonra hayata daha rahat bakmanın verdiği bir şey mi bilemiyorum ama bu beni rahatlatıyor. Son zamanlarda başıma gelen her durumda kafamda tek bir cümle yankılanıyor; ben nasıl olsa üstesinden gelirim...

Sanırım insanın en çok kendine güvenmesi durumu kolaylaştırıyor. Başkasından bekleyeceğin yardım veya özveriden bu kadar emin olamıyorsun. Hep bir acaba kalıyor kafanda. Ama kendine gerçek anlamda güvendin mi senden güçlüsü yok!

Birçok şey gibi şunu da daha iyi anladım ki; yakın çevrene güven, inan ama hep bir yanılma payı bırak. Ve mutlaka her durumda kendin için bir acil çıkış kapın olsun. Bu, durumu her zaman kolaylaştırır ;)

1 Nisan 2013 Pazartesi

Friends...


İnsanlar geliyor geçiyor hayatımdan; ben sade ve sadece izliyorum, bazen arkalarından el sallıyorum sessizce. Kimisinin gidişinden son derece memnunum, kimisinin ardından ise iç çekiyorum. Kimse boşuna girmez hayatımıza, kimse de boşuna gitmez. İster kabul edin, ister etmeyin bu böyle...

Son dönemlerde yakın saydığım bir arkadaşımla ilgili net kararlar almaya başladım. 1 buçuk yıl önce arkadaşlığa başlamamızın ardından sözde her şey iyi gidiyordu ta ki son zamanlarda olaylara kadar...

Bana durduk yere, belki de kafasındaki saçmasapan yakıştırmalara inanıp birçok yalan söyleyen, olayları istediği gibi akseden veya işine gelince lafını bile etmeyen bir arkadaştan söz ediyorum.
Ben, gayet açık yüreklilikle arkadaşlığımızı düşünerek olayları a`dan z`ye, hiçbir şey saklamadan etmeden anlatırken karşımdaki bir amaç güderek belli şeyleri saklamaya niyetleniyorsa bu arkadaşlığa güvenemem. Benim iyiliğim için susmuş, ben üzülmeyeyim diye söylememiş, kötü bir amacı yokmuş demeyi çok isterdim ama malesef durum zaten öyle üzülmelik fln da değil ki karşımdaki ona binayen saklasın veya yalan söylesin. Bu tarz şeyler görünce doğal olarak hiçbir şey eskisi gibi olamıyor... Araya soğukluk giriyor, görüşsen bile eskisi gibi tamamen bırakamıyorsun kendini, her lafın altında bir şey arıyorsun ister istemez...

Bir insanla arkadaşlığınızda ne zaman ki, acaba doğruyu mu söylüyor diye şüpheye düşüyorsunuz, işte o zaman bitiyor arkadaşlık. Boşuna sürdürmeye çalışmak yersiz hale geliyor. En azından benim için öyle... Eskisi gibi zevk vermiyor gezmeler tozmalar, eski samimiyetinizle bir şey anlatamıyorsunuz, zaten konuşmak da gelmiyor içinizden, gülümseyip boş boş şeylerden bahsetmeye çalışıyorsunuz özele girmeden.

Bir arkadaşlığın daha sonuna geldim işte bugünlerde. Gerçi kolay biteceğe benzemiyor çünkü sürekli bir şekilde hayatıma dahil olmak istiyor ki sevgilimle, arkadaşımla bile yakınlaşma çabası içerisinde... offf en nefret ettiğim şeyyy. Hayatında bir defa görmüş olduğu bir insana sürekli yazmalar, yakın kanka muhabbetlerine girmeye çalışmalar bilmem neyler...

Bu tavrı beni iyice soğutuyor kendinden. Umarım çok konuşulmadan, sessizce biter. İşin tek güzel tarafı; artık eskisi gibi insan kaybetmekten korkmuyorum. Çok mu büyüdüm ne...
Hayatımda kalıcı olacak insanlar zaten belli; ekstra çaba harcayıp da yeni insanlarla sıkı bağlar yaratma peşinde de olmadım hiçbir zaman. O yüzden söylenebilecek en güzel şey sanırım gerçek dostlarımızın en eskiler olduğunu kabul etmek. Birileri giriyor çikiyor hayatimiza ama geçmişi paylaştiğiniz o sıkı dostlar ne kadar uzakta olsalar da hep akıllarda, her daim kalplerde...



En özelinizi bile çekinmeden rahatça anlatabileceğiniz, iyi veya kötü olsun gerçeği yüzünüze söyleyecek insanlar genelde eskilerdir hep ya da uzun süre belli bir yolda, belli bir amaca beraber yürüdüğünüz insanlardır. Çok şükür ki benim öyle güzel dostlarım var; sırtımı her daim yaslayabileceğim ve bana sonuna kadar güvenen insanlar... Onların varlığı bana yeter de artar bile...!

3 Mart 2013 Pazar

Fly Me To The Moon :)



İki ay önce arkadaşlarım beni sinemaya davet ettiklerinde, “Hangi filme gidiyoruz?” diye sormadan hevesle tamam demiş, işten yorgun argın dönmüş olmama rağmen “sinema heyecanı” ile kendimi apar topar buluşacağımız AVM`ye atmıştım. Afişte Diane Kruger`ı görünce heyecanım bir anda ikiye katlandı. Truva'lı Helen rolüyle ilgimi fazlasıyla çeken Diane Kruger, daha sonra çok sevdiğim Büyük Hazine ve Wicker Park’ta rol alarak gönlüme taht kurmuştu. O nasıl bir duruluktur, nasıl bir zerafettir? Ayrıca bir insan bu kadar güzel, cool ve aynı zamanda başarılı olabilir mi Allah aşkına?

Yaşadığı ilişkiye hiç değinmiyorum bile! Önceleri gıcık olduğum Joshua Jackson`a bile sempati duymamı sağlayan Diane Kruger için, “Keşke ayrılsa şu mendeburdan” diyip durdum fakat yıllar geçip de ilişkilerinin ne kadar ciddi olduğunu görünce “aman da pek şirinler” demeye başladım. E onlar da zaten ödül törenlerinde, konserlerde hem giyim tarzlarıyla hem de coolluklarıyla herkesi sollayan bir çift olup çıktılar kısa zamanda! (ha tabii Orlando Bloom-Miranda Kerr çiftinin de hakkını yemeyelim ;)

Uzun lafın kısası; bir filmde sevdiğim bir aktör veya aktris oynuyorsa hiç tartışmasız izlerim o filmi, hele de romantik bir komediyse! Fransız yapımı Un Plan Parfait yani İngilizce adıyla Fly Me To The Moon oldukça eğlenceli bir film. Başrollerini Diane Kruger'la Dany Boon paylaşıyor.

Konusuna gelecek olursak; esas kızımız Isabelle'in ailesindeki bir lanet anlatılarak konuya giriş yapılıyor. Zaten ilk dakikadan da konu merakınızı arttırmayı başarıyor. Çünkü kızımızın ailesindeki bütün kadınlar, deli gibi sevseler de sevmeseler de, ilk evlendikleri eşlerinden kısa bir süre sonra mutlaka ayrılıyorlar ve mutluluğu ancak ikinci eşlerinde bulabiliyorlar. Tereddütsüz yıllar boyu aynı durumu yaşayan kadınlar, ailede bir lanet olduğunu farkedip ona göre kızımızı uyarıyorlar.



Uzun bir süredir ciddi bir birlikteliği olan Isabelle de sırf bu yüzden yakışıklı sevgilisinin evlenme teklifini yıllar boyunca geçiştirip durur fakat en sonunda kaçıp durduğu lanetten bir şekilde kurtulmak için planlar yapmaya başlar ve tam da o sırada esas çocukla tanışır. Amacı; gizli bir evlilik yapıp, ertesi gün boşanmak ve ardından gerçek sevgilisiyle evlenmek olan Isabelle için işler hiç de düşündüğü gibi gitmez ve bir sürü macera kendiliğinden ortaya çıkıverir.

Romantik komedi seviyorsanız bu filmi izleyin derim. Gerçekten hem eğlenceli hem de fazlasıyla romantik. Benim gibi hayalperestler için de ideal J Her romantik komedinin sonu hemen hemen aynı olduğu için sonunu burda söylemekte bir sakınca görmüyorum. Filmin sonunda Isabelle yakışıklı, karizmatik, zengin ve anlayışlı sevgilisini terk edip sıradan, hatta vasat denilebilecek olan esas çocuğa dönüyor (biz ona kısaca loser diyoruz :). Sanırım romantik komedilerin en güzel yanı da bu; gerçek hayatta pek nadir rastlanan durumları izleyebiliyoruz ve en azından bir süreliğine de olsa “mutlu son” denen şeye kendimizi inandırabiliyoruz.

Filmdeki diyaloglar da hem eğlenceli, hem de düşündürücü. Hele bir bowling sahnesi var ki esas kızın sevgilisini terkettiği sahne! Yanımdaki arkadaşlarım “Hayıııır yapma, öyle yakışıklı ve zengin bir adam terkedilir mi?!” diye hayıflanıp, “Sakın o çirkin herife döneceğini söylemeyin!” diye çığlıklar atarken bir tek ben, “Eveeeet dönsün, çok tatlılar kiiii J” diyip sevinçten gülücükler saçıyordum. Burdan da anlaşıldığı üzre içimde uslanmak bilmeyen bir romantik var!


Kıssadan hisse; canınız sıkıldığında, kafa dağıtmak istediğinizde hiç düşünmeden bu filmi izleyin derim. Hem dertsiz tasasız, hem de germeyen güzel bir romantik komedi :)

23 Şubat 2013 Cumartesi

Doğru Yolda Yalnız Yürü!


Son 1 haftadır kafamı meşgul eden bir şey var; sizlerle paylaşmak istedim. İşyerinde  2 hafta önce müdür bana yeni bir görev verdi. QSHE denen mal sistemi bilenler bilir; şirketle alakalı ıcığı cıcığı kontrol eden bir programdır kendisi ve felaket sıkıcıdır! Birkaç ay önce ne hikmetse QSHE Manager ilan edilmem işin sıkıcılığından yani, başka bir nedeni yok. Nitekim aslında çok önemli bir işmiş bu iş dünyasında ve maaşı da hayli yüksek, tabii bu kısım henüz toy olduğum için bana dokunmuyor J :S

İşin özeti; otu boku kaydediyorum, çalışanların ayda kaç gün izin aldıklarından tutmuş, şirket arabalarının kaç km gittiğine kadar her şeyi. Önceleri yapmadığım bir iş vardı, onu da 2 hafta önce müdür karşıma getirdi; kim kaçta geliyor, kaçta gidiyor, öğle arasını kaç dakikada bitiriyor hepsini yazmam lazım. Tabii aslında şefin bu uygulamayı daha yeni ortaya koymasının ciddi bir sebebi var; son zamanlarda yaşanan bazı tatsızlıklar ve çalışanların işi aksatması. Tabii şefimizin biraz da pimpirikli yanını hesab edecek olursak, bir anda bu kadar kontrol manyağı olmasını da anlayabiliriz.

Kısacası ben herkesin geldiği saati yazmakla mükellefim. İlk iki gün kimse bir tarafına takmadı tabii bu uygulamayı ve biz yazar imzalarız diyip QSHE list`e hep yalan yanlış yazdılar geldikleri saatleri, bunun sonucunda fırçayı yiyen de ben oldum tabii. Gerçi şef benim huyumu az çok bildiği için pek kızmadı, sadece uyardı ama gene de o uyarıyı almak istemezdim. “Bu görevi sana verdim, sen yap, bak şu mesela o saatte gelmedi daha geç geldi, yanlış bunlar, olmaz böyle” fln diye söylendi. Ben de mecburen dediğini yapmaya başladım, “örnek” bir QSHE Manager olaraktan işi elime aldım.

İlk hafta çok sorun olmadı, hatta geç gelenleri hep geldikleri saatten 3-4 dk erken gelmişler gibi gösteriyordum şef yokken. Müdür de nasıl uyuzsa her gün kontrol ediyordu çaktırmadan Entrance-Exit Log`u. Geçen Cuma bu konuda ilk çatışmamı yaşadım. İşyerinde bir kız var; benden 3 yaş büyük, evli, çakma sarışın olduğu için kendisine isim bulmaya uğraşmadan direk Sarı diyeceğim.

Bir baktım bu bir garip davranıyor bana karşı. Kızda bariz bir değişiklik var; suratıma bakmıyor, çok soğuk fln. Allah Allah dedim ne oldu acaba, bide hiç aklıma da gelmiyor böyle bir sebepten dolayı triplere girdiği. Ertesi gün öğle yemeğinden döndüğümde tam asansörden çıkarken karşılaştık. Himmm geç mi kaldın yaptı pis pis gülerek, halbuki geç fln kalmamıştım, tam 1-de yerimdeydim. Bunların odasındaki saat 2 dk ileri olduğu için hanımefendi beni geç geldi ilan etmek istedi, halbuki bnm saatimle müdürün saati aynı, yani aslında onlar 2 dk önce çıktılar.

Nys ben içeri girdim, ben gelmeden önce çıktıkları için saati kendi kafalrına göre yazmışlar tabii ama ses etmedim. Öğle yemeğinden döndüklerinde de 4 dk geciktiler, bense hiçbir şey söylemeden 14:00 yazdım.

Bak şimdi asıl orospuluğa bak; bu olayın üstünden 2-3 saat geçti, bu Sarı çıyan durup dururken yanıma geldi. Ben de yanıma diğer iş arkadaşım geldiği için şöyle dönüp baktım ne için gelmiş diye ama kız yüzüme bile bakmadan listeyi kurcalamaya başladı. Ben de şaşırdım tabii ama birkaç dk sonrasında daha da şaşıracağımdan habersiz, arkadaşla konuşmaya devam ettim.

Kız dönüp bana ne dese beğenirsiniz? “Hımm ne kötü bir kızsın, kendine 12:58 yazmışsın, 58`de mi geldin ki?” Böyle varyaa kal geldi resmen orada bana, cidden hiç beklemiyordum. Yani bir insan çıkarcı, düzenbaz olur da bu kdr mı olur?! “Evet, “58`de geldim.” dedim. “Hayır biz çıkarken sen yeni gelmiştin.” dedi. “Evet doğru, 55`te aşağıda asansör bekledim, asansör gelene kdr ve yukarı çıkana kdr da 58 oldu, sizin saatiniz 2 dk ilerde ayrıca” dedim. Ağzının içinde mıy mıy bir şeyler söyledi, ben de “Ben kim kaçta gelirse gelsin onu yazıyorum.” dedim, bir şey diyemeden döndü gitti.

Ben onla gayet sakin bir şekilde konuşmuştum, o ise laf sokmaya yer aramıştı. En sevdiğim özelliklerimden biridir bu; biri bana laf sokmaya çalışsın veya uğraşmak istesin hiç eline koz vermem. Sinirim ne kadar bozulursa bozulsun, o anda gayet soğukkanlı olur, sakince konuşurum. O noktada en doğru şekilde davrandığıma inanıyorum, kaba olmadan gerekeni söyleyip noktayı koydum. Bana verilmiş bir görevi yapıyorum ve kimsenin haksızlık yapmadığım sürece hesap sormaya da hakkı yok.

Ayrıca kız o kadar pislikmiş ki, bnm 2 dk geciktiğimi iddia ederek kendini aklamaya çalışıyor, neden geç geldiğimi yazdın diye isyan ediyor ama o orospu daha o gün, öğle tatilinde kardeşiyle beraber 4 dk geç geldiğinde ben bunu yazmamıştım ve zamanında geldi gibi göstermiştim. Tabii böyle pisliklerin anca gözüne sokmak gerekir yaptığın iyiliği, yoksa böyle şerefsizce bir de üstüne seni haksız çıkartırlar! O 4 dk olayını yüzüne vurmadım tabii, aslında iyilik olarak bile algılamıyorum çünkü ben bunu, sadece ufak bir kıyak, ama işte gel gör ki insanlar bunu görmeyip anca hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda saldırırlar.

Akşam iş çıkışında da diğer iş arkadaşımla konuştum, ona da “Hale” diyelim hadi. Meğersem Sarı tüm gün söylenip durmuş, niye geç geldiğinde yazıyormuşum da, bilmem neymiş de. Bak seeen yazmayınca iyi de yazınca kötü, lan madem öyle geç gelme, burda herkes işini yapıyor sonuçta! Tamam yardım edebildiğim kadar birkaç dakikayı görmezden gelebiliyorum ama el insaf yani sen de biraz vaktinde gel! Zaten müdürümüz de cins biraz, kim ne zaman geldi, ne zaman gitti hepsini oturduğu yerden çok güzel bir şekilde takip ediyor, hatta gelip düzeltiyor bu şu saatte geldi fln diye. Bunu bile bile benden ne istiyor!

Ben o gün tabii sinirimden kendi kendimi yedim durdum, Hale de beni sakinleştirdi, “Salla o salağı, ben zaten dedim ben olsam ben de doğruyu yazardım, ya arkandan hemen müdür gelirse, kız oraya yalan yanlış ne yazsın ki dedim” dedi. Bu hafta da gene geç geldi bu ablasıyla, geç geldi dediğim de 6 dk geciktiler, çok bir şey de değil yani. Gelir gelmez de laf sokma derdine düştü, bak bak kuyruk acısına bak, gözdağına bak sen, diyor ki; “Rubi sen fazla dürüstsün, ofiste birbirimizi kollamamız gerek, birbirimizin açığını kapatmamız gerek, yoksa şef yokken kim kollayacak seni, kim açıklarını kapatacak?” Bunu duymayı cidden beklemiyordum, o sırada da kızı hiç tınmıyorum tabii, bilgisayardaki bir şeye odaklanmış duruyorum ve kız konuşurken bile bakmıyorum onun tarafına, buz gibi bir ifadeyle yazıya odaklıyım, kız gidene kadar da öyle kaldım.

Hayır çünkü ağzımı açsam çok ağır konuşacağım, bu sefer bana yakışmayacak ama her şeyin de bir sınırı var yani. Son kurduğu cümle olmasa gene iyi niyetle söylenmiş bir şey diyeceğim ama o son cümle ve söylerkenki tavrı bariz ortaya koyuyor kızın niyetini...

Gerizekalının başkanı kalkmış aklı sıra beni tehtid ediyor! Lan kimsin sen yaa beni tehtid edeceksin?! Müdür olmadığı zaman kim koruyacakmış beni vik vik vik! Benim korunmaya ihtiyacım mı var? 5 yaşında mıyım ben? Hayır sessiz sakinim diye tepeme çıkabileceğini fln zannetti heralde haspam, iyice abarttı! Tamam başta söyledikleri doğru şeylerdi, işyerinde bir takım olmak gerek ama bunu benden önce kendine hatırlatması gerekiyordu. Kaç defa açıklarını kapattığımı kendisi iyi biliyordu. Ayrıca ben eğer hata yaparsam da bunun arkasında durabilecek cesarete ve medeniyete sahibim, hatalarım için özür dileyip düzeltmeye çalışırım her şekilde ama gelip de senden yardım istemem. Kendi hatamı bir başkasına yüklemem, yani ne senin ne de başka birilerinin yardımına ihtiyacım var benim. Ee ne demişler; dürüst olmayanlar, hatalarını başkalarından saklarlar, oysa dürüst olanlar hatalarını kabul edip ortaya koyarlar.

O kadar sinirlendim ki günün diğer yarısında, kızla her karşı karşıya gelişimizde suratının ortasına sağlam bir yumruk indirmek istedim! Sonrasında ise bir karış suratla gezmemin ne kadar boş olduğunu farkederek, sinirimi alt ettim ve etrafa gülücükler saçmaya başladım. Işin özü; problem yaşadığınız birini veya bir düşmanınızı kolay yolla mağlup etmek istiyorsanız; onu bir tarafınıza takmamayı öğrenmelisiniz.

Yapı olarak, her şeyi kafasına takan bir insan olduğum için bu benim için fazlasıyla zor bir yöntem oluyor ama o kadar etkili ki; hayat bir oyun sahnesidir deyip o hiçbir şeyi tınmaz, mutluluk dolu ifadeyi yüzüme yerleştiriyorum ve kızla her karşılaştığımda rolüme odaklanıyorum. Beni gördükçe nasıl sinir olduğunu yüzüne bakmasam bile hissediyorum, o negatif enerji burnumun dibine kadar geliyor ama hiç bozmuyorum, diğer herkesle haha hihi`yken o gelince ne onun tarafına bakıyorum ne de onla ilgileniyorum, sanki hiç yokmuş gibi bir tavır takınıyorum. Bazen de göz göze geldiğimizde gıcık gıcık gülümseyerek yüzüne bakıyorum. Zaten suratı asık geziyor, o halimi görünce daha da bozuluyor haspam.

Bir de işin en güzel yanı, sürekli kendi ayağıyla yanıma gelip belgeleri vermek zorunda olması. Eheheeh beter olsun :D! Evet farkındayım; çok fenayım ama kendi kaşındı. Benim gibi etliye sütlüye karışmayan, iyi niyetli bir insanı bu kadar incittiğine kendi pişman olacak.

Derken dünden beri kızda baya bir değişiklikler oldu; yanıma gelip benimle güzel güzel konuştu,  hatta “Flashıma şarkılarını atabilir misin?” fln diye de ricada bulundu. Dedim hah yavaş yavaş hizaya geliyor Sarı çıyan. Derken bugün sabah ben de işe 5 dk geç kaldım, tereddütsüz 09:05 yazdım. Hanımefendi 09:20`de teşrif etti, ben de hadi dedim bari biraz daha erken yazayım da arkasından şef gelir de görürse birkaç dk geri heralde saatim fln der bahane uydururum dedim. 09:16 yazdım.

Kız eşyalarını bıraktı, geldi imza atmaya, ben de gene hiç tınmıyorum, demiyorum da bak ben daha erken yazdım diye. Neyse bu gitti sonra, birkaç dk sonra içerden birtakım sesler duydum, anladım ki beni konuşuyorlar, bu gene beni çekiştiriyor. Hay dedim senin insanlığına tüküreyim! Ardından ablası “Rubi de bugün geç geldi” demiş olmalı ki Sarı sümük koştura koştura yanıma geldi, benim de o sırada elimde iş var, bilgisayara odaklanmış gibi görünsem de bütün dikkatim kza yönelmiş durumda. Durdu, durdu, oraya baktı, buraya baktı, sonunda göt olmuş bir durumda döndü gitti. Kulak kesildim, içerden çıt çıkmıyor! Ama nasıl keyfim yerine geldi hahaha :D

Mal beyinli zannetti ki kendi geliş saatimi farklı yazdım, vaktinde gelmiş gibi gösterdim, halbuki bu işin başından beri geç kalsam da kalmasam da olanı yazdım ben hep kendim için. Tabii beni kendisiyle karıştırmış olacak ki bir ümitle listeye baktı ama sonuç olarak feci şekilde göt oldu. Ardından Hale geldi yanıma, ben de onla konuşurken yüksek sesle konuştum, birkaç laf attım ortaya, içeridekiler de duydu tabii.



Gün sonunda bir baktım, kız ufak ufak bana yanaşmaya çalışıyor, gelip “Rubi ojen var mı? Bak tırnaklarıma ne oldu, seninkilere bakayım bi” fln diye muhabbet kurmaya çalışıyor. İçimden dedim ulan gene taktiğim işe yaradı, zaten bunun işe yaramadığını hiç görmemiştim. Birini tınlamıyorsan önce sinir olur sana, o da aynı tepkiyle etrafta dolaşmaya çalışır ama kısa sürede bunu başaramadığı için sana gizli bir sempati duymaya başlar, bir süre sonra da merak eder, sana daha çok yaklaşmak ve eski güvenini-yakınlığını tekrardan kazanmak ister, daha sonra da yüzsüze bak yaa dedirtecek hareketlerde bulunur. Bu işin kuralı budur!

Sonuç olarak bu işin başından beri aklımdan çıkmayan bir söz vardı. İlla ki hepiniz bir yerlerde okumuş veya duymuşsunuzdur.

YANLIŞ YOLDA HERKESLE YÜRÜYECEĞİNE, DOĞRU YOLDA YALNIZ YÜRÜ...

16 Şubat 2013 Cumartesi

Can u Forgive?



Uzun zamandır aşk hayatımdaki değişiklikleri yazmayı planlıyorum ama her an her şey değişebilir diye bir türlü elim gitmiyordu klavyeye. Öncelikle şunu belirteyim; aramıza mesafeler girdikten kısa bir süre sonra ayrılmıştık Siğil`le. Her şey yalanmış, mesafelerle bile başa çıkamadık diye kendi kendime hayıflanırken aslında ilişkimizin sadece lafta bittiğini anladım. Öncesinde o kendi keyfinde, ben kendi keyfimde yaşarken, sonrasında özlem çıktı ortaya. Ayrı kaldığımız 6 ayda hep bir yazışma hep bir iletişim oluşmaya başladı, çoğunlukla da o yaziyordu zaten bahanelere sığınarak. En sonunda bana gerçekten büyük bir sürpriz yaparak çıktı geldi Bakü`ye. İşin garip tarafı; buraya döneceğini bnm Türkiye`deki master işim olmadığı zaman anlamıştım. Dönecek demiştim kendi kendime, bir gün elbet dönecek.

6 ay bir insanı nasıl değiştirebilir? Ne derece değiştirebilir dersiniz? Çok değişmiştim…
Verdiğim değeri karşımdakinden aynı şekilde alamıyorsam uğraşırım, didinirim, daha çok bağlanırım onu kazanmak için o kadar gayret sarfederken. Gitmek, karşımdakini yokluğumla terbiye etmek en son yapacağım iştir ama eğer o kadar çabama rağmen hala tık yoksa döner arkamı hiç düşünmeden giderim. Bizim ilişkimizde de aynen öyle oldu.

İşin garip tarafı erkekler niye bu kadar aptal anlayamıyorum! Gerçek anlamda hiç yaralamayıp yara da almamışken, sevdiğimiz adamlara güvenirken ve koşulsuz severken bu salaklar değer bilmiyor da illa ağızlarına sıçınca kıymete biniyorsun! Yıllardır anlayabilmiş değilim bunun nasıl bir mantık olduğunu?!

Şimdi barıştık mesela ama hiçbir şey eskisi gibi değil. Tamam bir buçuk senedir birbirimizi yakından tanımanın verdiği rahatlık ve uyum ilişkimize hakim şu anda, birbirimizin ne istediğini artık iyi biliyoruz ama işte o duygu eksilmesi olayını kendi içimde yenemiyorum. İster istemez duygularım söndü, 6 ayda onsuzluğa da alıştım, yanlış seçimlerimin arkasında durmaya da…

Tabii ki hepsi, yaşattığı sıkıntıların ve güvensizliğin doğal bir sonucu… Buraya geldiğinde beni bir kere daha hayal kırıklığına uğratmayı başardı, ona rağmen dayanamadım affettim, unutmayı seçtim ama ister istemez üzerimde bıraktığı güvensizliği çekip atamıyorum. Üzerime yapışmış sanki… Zamanla geçer mi, sevgisiyle bana bütün yaşanılanları unutturabilir mi diye merak ediyorum. İnsan güvenmek, inanmak, acaba gider mi diye endişelenmeden sevmek istiyor. Doğru düzgün, her an kaçıp kovalamanın olmadığı bir ilişki istiyor.

Bundan sonra bizi ne bekliyor, gerçekten istediğim gibi sevecek, bana değer verecek mi bunları tabii ki zaman belirleyecek. Her şeyi o yüzden zamana bırakıyorum; o bana hayatımdaki yanlışları da doğruları da gösterecek…

10 Şubat 2013 Pazar

"TESADÜF"



Hep diyorum bu dünyada tesadüf diye bir şey yoktur diye. Karşımıza tesadüf gibi çıkan, şaşırtıcı durumların yukarıdaki tarafından nasıl güzel bir incelikle işlenip planlandığına binlerce defa şahitlik ettim.

Hayatımıza giren insanların her bir tanesinin bir amaç için hayatımıza girdiğini unutmamak gerek. Sadece tesadüf diye tanımlayamayacağız şeyler olduğunu kabul etmemiz gerek bir yerde...

Son zamanlarda bu tesadüf olayı, garip bir şekilde hayatımın her bir yerini işgal etmiş durumda! En son olayla biraz afallamış olsam da, gerçekten bu ilginç 'tesadüf'ün altından neler çıkacak çok merak ediyorum...



Yol Ayrımı



Yol ayrımı denen şeyin tam ortasında duruyorum. Farkında olmadan kendimi bu noktaya getirdiğimin de farkındayım artık.

Yol ayrımı demek, seçim demek. Benimse seçim yapmaya yetecek cesaretim yok şu anda...

Ne ileri gitmeye gücüm var, ne de geri dönebiliyorum. Yerimde saymaktan sıkıldığım halde yeni bir harekete ve beraberinde getireceği sorumluluk ve değişen hayata adım atmaktan korkar oldum.

Her yeni adımımda, tuzla buz olan hayallerimi tek tek toplamaktan yoruldum. Küçük cam parçaları gibi batıyor her yerime hayallerimden arda kalanlar...

İnsan kendi geleceğinden vazgeçer mi hiç? Bir an geliyor vazgeçiyorum işte ben, ot ot yaşamak ve bütün bu acılara gözlerimi kapamak daha mantıklı geliyor kimi zaman...


14 Ocak 2013 Pazartesi

Renksiz Hayaller


Bugün ofiste, gözlerim bilgisayarda, aklım çooook başka yerlerdeyken aklıma geldi çok sevdiğim bu parça...

Geçenlerde Emre Aydın`dan da dinlemiştim ama o kadar gıcık olmuştum ki şarkının yarısında kapatmıştım. Aslında gıcık olmak demeyelim de, sadece kulağım alışamadı bir türlü Aydın`ın yorumuna, ister istemez yadırgadı... Eski şarkıları, özellikle de çocukluğumu, 90`ları hatırlatan şarkıları coverlamalarına uyuz oluyorum. Bırakın, eski haliyle, eski söyleyeniyle çok daha güzel bu parçalar...




3 Ocak 2013 Perşembe

New Year


Bu, gecikmiş bir yeni yıl postu olsa da herkese mutlu yıllar dilemek istedim.

Umuyorum bu yıl; herkesin, verdiği kararlarda sonuna kadar durabileceği, huzur ve mutluluk içinde yüzeceği güzel bir yıl olur...